İbrahim APALI
01.09.2017
Vergi Usul Kanunu Ve Amme Alacakları Tahsil Usul Kanunu Hükümlerine Göre Terkin Müesssesesi Ve Farkları
ÖZÜ
Kamu giderlerinin karşılanmasında devletin en temel gelir kaynağı vergilerdir. Önemli olan bu gelir kaynağının adil ve etkin bir şekilde işleyen bir sistem içinde ve uygun yöntemlerle toplanmasıdır. Bunu yaparken devletin mükelleflerin özel durumlarını göz önüne alması ve mükelleflerle uyum içinde olması önemlidir. Vergi borcu, vergi yasalarınca parasal vergi yükümlülüğü altında olan kişinin veya onun nam ve hesabına vergi ödemekle yükümlü tutulan kişinin, söz konusu yükümlülüğü yerine getirmesi üzerine ortadan kalkar. Mükellefi vergi borçlusu konumuna getiren vaka vergiyi doğuran olayla ortaya çıkan vergi borcu tarh, tebliğ ve tahakkuk işlemleri ile ödenebilir hale gelmiştir. Bundan sonra bu borcun ortadan kalkması gerekir. Bunun en doğal yolu vergi borçlusunun bu borcu ödemesidir. Ancak bu olağan yolun dışında da vergi borcu zamanaşımı, takas, terkin ve diğer nedenlerle de sona erebilir. Mükelleflerin bazı zor durum hallerinde Devletin sosyal hukuk devleti kuralları çerçevesinde vatandaşlarının yanında olması gerekir. Bu bakımdan Türk vergi sisteminde doğal afetlere ilişkin çeşitli düzenlemelere yer verilmiştir. Terkin uygulaması da, bu düzenlemelerden birisidir. Terkin uygulaması, birtakım koşulların varlığı halinde vergi alacağını hukuki sonuçları ile birlikte ortadan kaldıran, vergi borçlusunun borçluluk durumuna son veren bir idari işlemdir. Bir verginin terkini, tahakkuk etmiş ya da tahsile konu olmuş bir vergi alacağının tahakkukunun silinmesi veya tahsil edilmiş bir verginin mükellefe red ve iade edilmesidir. Yazımızın konusu vergi borcunun VUK nun 115. maddesi kapsamında terkin edilmesi konusu ile ilgilidir.
Anahtar Kelimeler: Doğal afetler, Vergi hataları, Terkin, İade. Ödeme.
1- GİRİŞ
Türk vergi hukukunda vergiyi doğuran olayın meydana gelmesi ile başka herhangi bir işleme gerek kalmaksızın vergi idaresi bakımından vergi alacağı (mükellef bakımından vergi borcu) doğar. Vergiyi doğuran olay, vergi alacağının doğması için, verginin konusu ile mükellef arasında kanunun aradığı şartların ve ilişkinin oluşmasını ifade eder. Çeşitli vergilerde farklı şekillerde tanımlanan vergiyi doğuran olay, vergilendirme işleminin sebep unsurunu oluşturur. Normal olarak tarh işlemi ile miktarı tespit edilen ve ödenmesi gereken bir aşamaya gelen vergi alacağı, mükellef ve/veya vergi sorumlusu tarafından kanunlarında gösterilen süreler içinde ödenmesiyle ortadan kalkar. Ancak bu doğal yolun dışında, devlet ve vergi mükellefi arasındaki borç-alacak ilişkisini sona erdiren çeşitli haller söz konusudur. Terkin uygulaması da, vergi alacağını ortadan kaldıran işlemlerden birisidir. Vergi hukukunda terkin, bazı koşulların varlığı halinde vergi alacağını bütün hukuki sonuçları ile birlikte ortadan kaldıran bir idari işlemdir. Varlıklarının en az üçte birini kaybeden mükelleflerin bu afetlerin zarar verdiği gelir kaynakları ile ilgili bulunan vergi borçları ve vergi cezaları Maliye Bakanlığı’nca zararla mütenasip olmak üzere, kısmen veya tamamen terkin olunur.
2- TERKİN
Vergi alacağını ortadan kaldıran sebeplerden birisi de afete maruz kalan mükelleflerin, bu afetler nedeniyle gelir kaynaklarında meydana gelen zarar dolayısıyla vergi borçlarının terkin edilmesidir. Terkin kelime olarak Arapça’da, yazılı bir şeyi bozma, çizme, silme anlamına gelmektedir. VUK’un 115’inci maddesinde de terkin bu anlama uygun olarak, tahakkuk etmiş bir borcun silinmesi için kullanılmaktadır. Dolayısıyla tahakkuk etmemiş vergi borçları için terkin yapılamaz. Bu durumda hesap dönemi bitmemiş vergiler için terkin yapılamaz. Çünkü daha sonra beyan edilen matrahın, afet sonucu meydana gelen zarar dikkate alınarak hesaplanmış olması gerekir. Mesela 15.02.2017 tarihinde meydana gelen yangında varlığının üçte ikisi zarara uğrayan mükellefin 2016 yılına ilişkin olarak beyan edeceği vergi için terkin hükümleri uygulanırken 2017 yılına ilişkin olarak tahakkuk edecek vergi terkin edilemez.
VUK’un 115’inci maddesinde yer alan terkin müessesesi mevzuatımıza 5432 sayılı kanunla 1949 yılında girmiş, 213 sayılı Kanun’la yürürlüğe girdiği 1961 yılında bugünkü şeklini almış ve o tarihten beri değişiklik geçirmeden uygulana gelmiştir. Söz konusu maddede, terkin yapılmasını gerektiren afetler örnek verilmek suretiyle sayılmıştır. Bir başka ifade ile terkin kapsamına giren afetler kanunda sayılan afetlerle sınırlı değildir. Terkin şartlarını sırasıyla gözden geçirelim.
i. Yangın, yer sarsıntısı, yer kayması, su basması, kuraklık, don, muzır hayvan veya haşarat istilası veya bunlara benzeyen afetler nedeniyle gelir kaynağının ilgili olduğu varlık zarara uğramış bulunmalıdır.
Afet sözlükte felaket, bela anlamına gelmektedir. Bu afetler kanunda sayılmış olmakla beraber yukarıda belirtildiği üzere bu afetlere benzeyen afetlerde terkin kapsamında değerlendirilir. Çünkü kanun ‘’bunlara benzeyen afetler…’’ tabirini kullanmaktadır. Kanunda sayılmayan şiddetli dolu, yağmur veya kar yağışı, fırtına, çığ düşmesi ve tsunami de afet niteliğindedir.
Terkin yapılması için kanunda afetin doğal olup olmaması anlamında bir belirginlik yoktur. Ancak kanunda ifade edilmediği için tabii afet şartı aramak gerekir. Çünkü tabii afetin özelliği belli bir bölgede yaşayan insanların genel hayatını etkileyici nitelikte ve doğal bir olayın sonucu olarak ortaya çıkmış olmasıdır. Bu anlamda elektrik şebekesinden kaynaklanan veya sabotaj nedeniyle çıkan bir yangın neticesinde bir işyeri yanmışsa bu olayı tabii afet olarak değerlendirmek mümkün değildir.
ii. Toplam varlığın en az üçte biri bu afetler nedeniyle kaybedilmiş olmalıdır.
Afete uğramış olmakla birlikte toplam varlığının %33,3 ünü (üçte birini) kaybetmemiş olan kişiler terkinden yararlanamazlar. Burada, varlığın üçte birini kaybetmiş olmak asgari miktardır. Bu oranının altında olan zarar halinde terkinden yararlanılamaz.
Burada akla gelen soru zararın toplam varlığa mı yoksa afete maruz kalan gelir kaynağına veya varlığa mı oranı olduğudur. Kanunda sadece varlık kelimesi kullanılmış ancak bu kelimenin yukarıda tereddüt edilen kelimelerden hangisini kavradığı açıklanmamıştır. Ancak 1 Sıra No.lu VUK Genel Tebliği’nde yapılan açıklamalar idarenin 40 yılı aşan uygulaması ve söz konusu fıkrada varlık ve gelir kaynağı kelimelerinin ayrı ayrı kullanılmış olması karşısında zararın oranlanacağı varlığın, toplam varlık olduğu tereddütsüzdür. Zira VUK’un 115’inci maddesinin 1 numaralı fıkrası ‘’varlıklarının en az üçte birini kaybeden mükelleflerin, bu afetlerin zarar verdiği gelir kaynakları ile ilgili bulunan vergi borçları ve cezaları’’ ifadesinde gelir kaynağı ve varlık ayrımı yapmaktadır. Öte yandan aksi bir düşünce bilançoları boşaltılmış mükellefler lehine adil olmayan bir avantaj sağlayacaktır. Mesela malvarlığı 300.000 TL ve bilanço net aktifleri toplamı 60.000 TL olan ancak yangında 20.000 TL’lik zarar gören bir mükellefin, gelir kaynağında üçte bir zarar meydana gelmesine rağmen terkin imkanı bulunmamaktadır. Ancak zararın gelir kaynağına oranlanması şeklinde yorum yapılması halinde bu mükellef terkinden yararlanacaktır.
Toplam varlığın hesaplanmasında, servetlerin değerlenmesine ilişkin hükümlerin göz önünde bulundurulması gerekmektedir. Ayrıca zarar için sigortadan tazminat alınmışsa bunun da zarar miktarından düşülmesi gerekir. Vergi idaresinin sigortadan alınan tazminatlarla ilgili görüşü böyle olmakla birlikte bunun aksine yargı kararları da bulunmaktadır.
iii. Terkin afetin zarar verdiği gelir kaynağı ile ilgili vergi borcu ve cezalar için yapılır.
Terkin yapılacak vergi borcu ve cezalar ile afetin zarar verdiği gelir kaynağı arasında bir illiyet bulunması gerekir. Söz gelimi nakliye faaliyetinde bulunan bir mükellefin aracının yanması bu araçtan elde edilen gelir üzerinden tahakkuk etmiş vergilerin terkinini mümkün kılar. Ancak aynı mükellefin aktifine kayıtlı olmayan mesela oturduğu dairesinin yanması halinde terkin söz konusu olmaz. Çünkü afetle terkin edilecek verginin ilgili olduğu gelir kaynağı arasında bir bağ kurulmamaktadır. Bu nedenle terkin imkanı genel olarak, ticari mal varlığı zarara uğrayan mükellefler için geçerlidir. Mesela depremde evi yıkılan bir doktorun terkinden yararlanması mümkün değildir. Ancak çalıştığı bürosunda bulunan makine ve teçhizatı hasar görmesi halinde terkin talebi değerlendirilebilir.
Kanun terkin edilecek borçlar kapsamına sadece vergi ve cezaları almış olmakla birlikte idare öteden beri gecikme faizi, gecikme zammı, fon payı gibi unsurları da terkin kapsamında değerlendirmektedir. Böyle bir yorum hem hakkaniyete hem kanunun amacına uygundur.
İdare Terkin kapsamına oldukça sınırlı vergi türünü almıştır. Genellikle gelir vergisi ve kurumlar vergisi, bunlara bağlı fon payı, gecikme zammı veya faizi, damga vergisi ve bunların cezaları terkin edilmiştir. Ancak afetin zarar verdiği gelir kaynağı ile ilgisi bulunmadığı veya üçüncü kişilerden hazine adına alındığı gerekçesi ile katma değer vergisi, gelir stopaj vergisi ve bunun üzerinden tarh edilen fon payı, geçici vergi (gelecek yıllara ilişkin olduğu gerekçesi ile), banka ve sigorta muameleleri vergisi ile vergi olarak kabul edilmediği için 4306 sayılı Kanun’a göre ödenen eğitime katkı payı da terkin kapsamında değerlendirilmemiştir. İdarenin bu yorumu büyük ölçüde doğrudur. Ancak geçici verginin beyannamede tahakkuk eder olması bu gerekçeye uymamaktadır. Bununla birlikte geçici verginin üçer aylık bilançolar üzerinden tahakkuk ettirilmesi yönündeki değişiklikten sonra, bu yoruma gerek kalmadan geçici vergiler de terkin kapsamında kabul edilmiştir.
Öte yandan Danıştay’ın da bu görüşe katılmadığı anlaşılmaktadır. Danıştay, istihsal vergisinin yansıtılabilen bir vergi olduğu gerekçesi ile terkin talebini reddeden Bakanlığın işlemini Kanuna aykırı bulmayan mahkeme kararını,
‘’…Yasa yapıcının 115’inci maddeyi düzenlerken sadece yansımayan vergilerin silinebileceği yolunda bir ayrım yapmamış olması karşısında, işleme idarece gösterilen neden yasaya uygun bulunmamıştır. Dahilde alınan istihsal vergisini özelliğinden dolayı satışa konu ürünün teslimi sırasında alıcısından tahsil edilip henüz vergi idaresine ödenmemiş olması, bu verginin yükümlüsünün, davacı kurum olmasından dolayı ayrım yapılmasını da gerektirmemektedir. Esasen böyle bir yaklaşım, VUK’un 115’inci maddesinin düzenleniş amacına da uygun düşmemektedir.
İdarece yükümlü kurumun terkin isteminin koşulların gerçekleşmesi yolundaki tespitlere göre değerlendirilmesi ve vergilerin zararla mütenasip ölçüde silinmesi gerekirken istihsal vergisinin kimi özellikleri göz önüne alınarak istemin reddinde ve bu işleme karşı açılan davanın aynı nedenlerle reddi yolundaki vergi mahkemesi kararında yasaya uygunluk bulunmadığı’’ gerekçesi ve oy çokluğu ile bozmuştur. Hemen belirtmek gerekir ki bugün yürürlükte bulunmamasına rağmen istihsal vergisi, katma değer vergisi ile aynı özellikleri taşıyan bir vergi niteliğindeydi. Dolayısıyla Danıştay’dan aynı görüşü katma değer vergisinin terkini konusunda da beklemek yanlış olmaz.
iv. Terkin toplam varlıkta meydana gelen zarar oranında yapılır.
Terkin edilecek verginin tutarı zararın toplam varlığı oranını geçemez. Bir başka ifade ile terkin edilecek vergi borcu ve cezasının toplam vergi borcu ve cezasına oranı ile zararın toplam varlığa oranı aynı olmak zorundadır. Mesela 16.06.2017 tarihinde meydana gelen selden zarar gören bir kişinin toplam varlığı ve zarar durumu aşağıdaki gibidir:
Bu mükellefe 2016 yılı için Mart 2017’de 90.000 TL gelir vergisi ve 2017 yılı ilk dönemi için 45.000 TL geçici vergi tahakkuk etmiş ve gelir vergisinin ilk taksidi ödenmiştir. Bu mükellefin malvarlığında meydana gelen zararın derecesi (zarar gören varlık/toplam varlık =) %66,6 bir başka ifade ile üçte ikidir. Dolayısıyla mükellefin henüz ödenmemiş gelir vergisi ikinci taksidinin 2/3’ü olan (45.000 x 2/3 =) 30.000 TL’si terkin edilebilecektir. Ancak daha önce ödenen gelir vergisinin birinci taksidi iade edilmez. 4369 sayılı Kanun’la yapılan değişiklikten sonra geçici vergi, dönem bilançosu üzerinden tahakkuk edeceği için geçici verginin terkini de mümkün olabilecektir.
Zarar derecesinin tespitiyle ilgili olarak toplam varlığın belirlenmesinde VUK’un servetlerin değerlenmesine ilişkin bölümünün göz önüne alınması ve zarar dolayısıyla sigortadan tazminat alınmışsa tazminat tutarının da zarardan düşülmesi gerekir.
Terkin yapılan dönemle ilgili olarak daha sonra ikmalen veya re’sen tarhiyat yapıldığında daha önce yapılan terkin oranında ilave tarhiyat da terkin edilir. Ancak incelemede zarar derecesinin tespiti sırasında gizlenmiş bir servet unsuru bulunursa zarar derecesinin yeniden tespit edilmesi gerekir.
3- TERKİN İŞLEMİ NASIL YAPILIR?
Gelir kaynağı tabii afete maruz kalan ve varlığının en az üçte birini kaybeden mükellefler terkin beyannamesi adı verilen bir formu (örnek no:1913-a) vergi dairesinden temin ederek söz konusu formda bulunan birinci tabloyu doldurduktan sonra bağlı oldukları vergi dairesine terkin talebinde bulunurlar. Zarara uğrayan varlıkla vergi dairesinin farklı yerlerde olmasının önemi yoktur. İstanbul’da merkezi olan bir mükellefin Adana’da meydana gelen deprem nedeniyle fabrikası yıkılmışsa bu mükellef terkin talebini İstanbul’da bağlı olduğu vergi dairesine yapacaktır.
Terkin beyannamesini alan vergi dairesi, beyannamenin 2 numaralı tablosunu (mükellefin tahakkuk etmiş vergi borçları ve cezaları, fon payı, damga vergisi vs), doldurduktan sonra defterdarlık vasıtası ile il idare kuruluna veya doğrudan ilçe idare kuruluna intikal ettirilir. İl/ilçe idare kurulları mükellefin zarar derecesini, gerektiğinde inceleme elemanı raporundan da yararlanmak suretiyle yüzde olarak tespit ederek bir karara bağlar. Vergi dairesince 6 nüsha olarak düzenlenen terkin fişleri (örnek no: 2601 –c) vergi dairesi başkalığı (bulunmayan yerlerde defterdarlık) vasıtası ile ayrı bir yazı ekinde Maliye Bakanlığına intikal ettirilir. Maliye Bakanlığı belgeler üzerinde yapacağı incelemeden sonra terkin yapılacak miktarı tespit ederek, terkin fişini tekemmül ettirerek, mükellefin zarar derecesine göre vergi borcu ve cezasını terkin eder. VUK’un 115’inci maddesinin 4731 sayılı Kanun’la değiştirilmeden önceki şeklinde yetki devrine imkan verilmediği için terkin işlemi mutlaka Bakanlık’ça yapılmaktaydı. Ancak bu değişiklikle yetki devrine de imkan tanınmıştır.
Terkin konusunda 1 Sıra No’lu Vergi Usul Kanunu’nun 105’inci maddesi uyarınca yapılacak terkin işlemleri de bu şekilde yapılır. Zira söz konusu Kanun’un maddesinin son fıkrası Vergi Usul Kanunu mevzuuna giren vergi alacaklarının terkininde bu kanun hükümlerinin dikkate alınacağını belirtmektedir.
4- 6183 SAYILI YASA KAPSAMINDA TERKİN
6183 Sayılı kanunun 106. maddesinde tahsil imkansızlığı sebebiyle terkin hükümlerine göre; Yapılacak takip sonunda tahsili imkansız veya tahsili için yapılacak giderlerin alacaktan fazla bulunduğu anlaşılan ve 213 sayılı Kanun kapsamına giren amme alacaklarında 10 Türk Lirasına (10 Türk Lirası dahil), diğer amme alacaklarında 20 Türk Lirasına (20 Türk Lirası dahil) kadar amme alacakları, amme idarelerinde terkin yetkisini haiz olanlar tarafından tahsil zamanaşımı süresi beklenilmeksizin terkin olunabilir. Bakanlar Kurulu, bu tutarları topluca veya ayrı ayrı on katına kadar artırmaya yetkilidir.
Maliye Bakanı, yukarıdaki fıkra hükmüne göre terkin edilecek amme alacağının miktarını belirlemeye yetkilidir.
Terkin selahiyetini haiz olanlar bu selahiyetlerin tamamını veya bir kısmını mahalli makamlara bırakabilirler” hükümleri yer almaktadır.
Kamu gelirlerinde verimlilik ilkesi gereği tahsil edilecek olan gelirin bu gelirin tahsili için yapılacak giderlerden fazla olması gibi nedenlerle terkin düzenlemesi bu kanunda yer almıştır. Tahsil olanaksızlığı nedeni ile alacağın terkin edilmesi için öncelikle borçlu hakkında takip yapılmış ve yapılan takip sonucunda alacağın tahsil edilme imkanın olmadığı anlaşılması gerekir.
Terkini yapacak olanlar terkin yetkisine sahip olanlardır. Bunlar da yetkilerini tamamen veya kısmen yerel makamlara devredebilirler.
4108 sayılı Kanun’un 15’inci maddesiyle terkin edilebilecek en fazla tutar 213 sayılı Kanun kapsamında olan alacaklar ve diğer alacaklar olarak ikiye ayrılmış ve 213 sayılı Kanun kapsamında olan alacaklar için asgari tutar diğerlerine göre daha düşük tutulmuştur. Bunun nedeni 213 sayılı Kanun kapsamındaki alacakların vergi ve harçlar yani sürekli ve düzenli devlet gelirleri olmasıdır. Diğer alacaklarda ise takip daha zor olduğu için tutar biraz daha yüksek tutulmuştur.
Bakanlar Kurulu’na bu tutarları ayrı ayrı veya birlikte 10 katına kadar arttırma yetkisi verildiği gibi Maliye Bakanı’na da terkin edilecek kamu alacağının miktarını belirleme yetkisi verilmiştir. Bu tutarın fiili olarak bir anlamı olmadığı için madde de uygulamada çok fazla bir anlam taşımamaktadır.
Amme alacaklarının takip ve tahsiline yönelik olarak posta ile yapılacak tebligatta posta masrafı, ilan yoluyla yapılacak tebligatta ilan giderleri, kırtasiye giderleri, tahsilat için araç kullanılması gereken durumlarda benzin, mazot gibi giderler zaman içerisinde artış göstermektedir.
Bu nedenle, bundan böyle her bir alacak türü ve dönemi itibariyle, alacak aslı, gecikme zammı, gecikme faizi ve varsa bağlı cezaları toplamı belirlenen tutarları aşmayan kamu alacakları tahsil dairesince terkin edilmesi gerekmektedir. Kanunda belirtilen tutarları aşmayan alacakları için haklarında takip yapılan borçlular bu maddeye dayanarak takipten kurtulmaları mümkün görülmemektedir ama masrafın alacaktan fazla olacağı belli olmasına karşı takip yapılmışsa yetkililerin görev kusuru işlemeleri söz konusu olur.
5-213 SAYILI VERGİ USUL KANUNU VE 6183 SAYILI AMME ALACAKLARININ TAHSİL USULU HAKKINDA KANUN UYGULAMASI ARASINDAKİ FARKLAR
Terkinle ilgili olarak her iki Kanunda yapılan düzenlemeler arasında bazı farklılıklar da bulunmaktadır. Bu farklılıklar aşağıdaki tabloda yer almaktadır.
Tablodan da anlaşılacağı üzere Vergi Usul Kanunu’na göre terkin için bir başvuru süresi bulunmamaktadır. Ancak afetin verdiği zararın ispatlanabilmesi açısından makul bir sürede, en geç düzeltme zaman aşımı süresi (beş yıl) içinde terkin talebinde bulunmakta fayda vardır.
6- SONUÇ
213 Sayılı Vergi Usul Kanunu’na göre; Vergi alacağını ortadan kaldıran sebeplerden birisi de afete maruz kalan mükelleflerin, bu afetler nedeniyle gelir kaynaklarında meydana gelen zarar dolayısıyla vergi borçlarının terkin edilmesidir. Bunun için belli şartların oluşmuş olması gerekmektedir. Bunlar; Yangın, yer sarsıntısı, yer kayması, su basması, kuraklık, don, muzır hayvan veya haşarat istilası veya bunlara benzeyen afetler nedeniyle gelir kaynağının ilgili olduğu varlık zarara uğramış bulunmalıdır. Toplam varlığın en az üçte biri bu afetler nedeniyle kaybedilmiş olmalıdır. Terkin afetin zarar verdiği gelir kaynağı ile ilgili vergi borcu ve cezalar için yapılır. Terkin toplam varlıkta meydana gelen zarar oranında yapılır. Terkin işlemi sonunda, bazı idari ve şekli koşulların yerine getirilmesi halinde, vergi alacağı bütün hukuki sonuçları ile birlikte ortadan kalkmış olmaktadır. Mükellefler terkin beyannamesi adı verilen bir formu (örnek no:1913-a) vergi dairesinden temin ederek söz konusu formda bulunan birinci tabloyu doldurduktan sonra bağlı oldukları vergi dairesine terkin talebinde bulunurlar. Zarara uğrayan varlıkla vergi dairesinin farklı yerlerde olmasının önemi yoktur. 6183 Sayılı Kanun’un 106. maddesinde tahsil imkansızlığı sebebiyle terkin hükümlerine göre; Yapılacak takip sonunda tahsili imkansız veya tahsili için yapılacak giderlerin alacaktan fazla bulunduğu anlaşılan vergi ve cezalar için terkin uygulaması söz konusudur. Bu kapsama, vergiler yanında vergi cezaları da dahil olmaktadır. Devlet nasıl egemenlik hakkına dayanarak vergi, resim ve harç gibi mali mükellefiyetler koyuyorsa, yine egemenlik hakkına dayanarak bu tür kamu alacaklarından, belirli ortam ve koşullarda, bunları almaktan vazgeçmekte, doğan alacağı silebilmektedir. Bu işlemi vergi koyma hakkının bir sonucu şeklinde, kamu alacağından kısmen veya tamamen vazgeçme, silme şeklinde değerlendirmek mümkündür. Ancak terkin işleminin yasalara ve bu yasalarda belirlenen koşullara uygun olması zorunludur. Ancak burada dikkat edilmesi gereken bir husus da şudur: Vergi Usul Kanunu kapsamındaki doğal afetler nedeniyle terkin işlemlerinde yetkili merci Maliye Bakanlığıdır ancak Maliye Bakanlığı terkin yetkisini mahalline devredebilir. Amme Alacaklarının Tahsil Usulü Hakkında Kanun yetki devrine imkan vermediği için, bu Kanun kapsamındaki kamu alacakları ile ilgili-doğal afetler nedeniyle- terkin işlemlerinde yetkili merci Bakanlar Kurulu’dur. Vergi Usul Kanunu’na göre terkin için bir başvuru süresi bulunmamaktadır. Ancak afetin verdiği zararın ispatlanabilmesi açısından makul bir sürede, en geç düzeltme zaman aşımı süresi (beş yıl) içinde terkin talebinde bulunmakta fayda olacağını belirtebiliriz.
KAYNAKÇA
-213 sayılı Vergi Usul Kanunu.
-6183 Sayılı Amme Alacakları Tahsil usul kanunu.
-YMM Gürol Ürel Güncel Vergi Usul Kanunu uygulaması Turan kitapevi -2007.
-Dr Mehmet Ali ÖZYER- Açıklama Ve Örneklerle Vergi Usul Kanunu Uygulaması- Maliye Hesap Uzmanları Derneği- 2015.
-E. Baş Hesap Uzmanı YMM Kazım Yılmaz – Açıklama ve Örnek Yargı Kararları İle 6183 Sayılı Kanun Uygulaması-Meliye Hesap Uzmanları Derneği- Mart 2015.
- Gelir Uzmanı Kemal Çağlar- Amme Alacaklarının Tahsil Usul Kanunu ve yorumu-Adalet Yayın Evi- Ankara 2014.
|
Madde Dizini
|
|||||||||||||||||||||||||||||||||
|